ÖYKÜ
YILDIZ ATLAMASI
Dündar AYDOĞDU
Akşamın soğuğu erken morardı bu gün.Emine odasına çekildi. Heyecanından üşüdüğünün ayırımında değildi..Pencereyi kapadı,köşedeki yün minderin üzerine attı kendini.Rahatlayınca hafifçe titredi,ellerini koynuna sokarak ısınmaya çalıştı. .Akşamın bu ilk saatlerinde her bir organını bir yerlere bırakmış gibiydi.Duyarlı duyu merkezleri varlığını ele geçirmiş ,bilincinin kıyısına yanaştırmıyordu onu. Topuğundan baldırına doğru yürüyen yakıcı bir kımıltıyla ürperdi,hemen şalvarının uçkurunu çözdü,bacaklarını dalayan yakarcayı buldu,parmak arasında ezdi.Yüklükle dolap arasına sıkıştırdığı bohçasını getirdi ortaya. Düğümlerini çözdü,özenle katlayıp yerleştirdiği çeyiz eşyalarına göz gezdirdi.Heyecanı
biraz yatışmış gibiydi.Pencerenin bir yanını tümüyle kapatan küpeli çiçeğinin salkımları hoş görünüyordu,gitti ,elerliye dokundu ,pembe rengini okşadı.Ayrılığın hüznünü duyumsatmak istiyordu çiçeklere.Önemli olan, dilinin ucundaki babası ve ağabeyiydi.Onlar aklına düştüğü her an ,kader hangi bilinmezin tuzağında ağlarını benim için örüyor ? diye kaygılanıyordu. Babasının kaşlarının çatıldığını bakışlarının sertleştiğini biricik kızı tarafından can evinden vurulduğunu görür gibi oldu bu kez..Görüntünün korkunçluğu ,damarlarına daralttı ateşi yükseldi..Gücü ve cesareti sıfırlandı,İlk kez, yaşamın anlamı ,yok oluşun soğuk yüzü düşündürdü onu.Mutluluğun ve sevincin .bayrağı el değiştiriyordu bu gece.Kendi kendine “Hayır hayır…”dedi Emine.”Ben bu karara varmak için tüm değişkenleri bir bir yerine koymadım mı ? O zaman olumsuzluklara teslimiyet niye ?.Yılgınlığı bırak.”İçin için güçlendi,.gözlerinde bir sevinç şelalesi oluştu. Boşu boşuna tehlikeli biçimde savruluşuna bir anlam veremedi.Pencere görüntüsünü kapatan erik dallarının sallanışına dikti gözlerini. Eriklerle adeta yarışan böğürtlenler bir deve kervanı gibi bahçe sınırını baştan başa sarmışlardı.Onların önündeki geniş alanda boy atan kendirlerle mısırlar hasat edildiğinden, boş alanlar, beceriksiz elden çıkma pantolon yaması gibi duruyordu.
. Pancar söküm işinden yorgun dönen aile çalışanları akşamdan ölü gibi yatmışlardı.Uykunun selam dahi vermediği tek kişi Emine idi..O, bu gece bir ömre hükmedecek kitabının önemli sayfalarını yazmaya hazırlanıyordu.Bu nedenle bazen panikleyerek bazen de duygusallaşarak atacağı adımın heyecanını yaşıyordu.Sıkıntısı doruk noktalara vardığında da rahatlamak için ayrıntılara sarılıyor,önemsiz unsurların altını üstünü eşeliyordu.
Bohça ile birlikte götüreceği plastik torba yanı başında duruyordu. Ona uzandı,en üstte iğreti duran peynir çıkını düştü yere.Onu yeniden torbasına yerleştirirken hafiften gülümsedi.Elini torbanın içine soktu..Çörek çıkını geldi eline bu kez..Bir bir saydı çörekleri, kaç öğün ve kaç gün yeteceğini hesapladı.Üç gün.”Törezlerin Yaylaya ya da ata dede dostu Gökçeyurt’lu Sağırın Uşağına sığınırsak, çok bile gelir bu azık” diye aklından geçirdi..”Taşkızakların İmindudu ile Üçpınarın Ali , Karasevinç’te on beş gün geceli gündüzlü saklandıktan sonra oğlan tarafı da kız tarafı da yumuşamış;.ana babalar el sıkışıp evlendirmişler kızla oğlanı”.Bu anımsama içine bal şerbeti gibi şıp diye düştü.Önünü kapatan dikenli teller yok oldu.Kafası çalıştı:”Zor ,dayattığında sevdiğine kaçmak ne ayıptır ne de suçtur, bir haktır.Namusu ve vicdanı kirletmeyen aşıkların kusurları gün gelir bağışlanır” yargısına vardı.Yakın akrabalarından beş kişinin kaç göçle evlenmeleri bu düşüncesine gerekçe oldu.
Duygu telleri gevşeyince gecesini çevreleyen ayrıntıları daha iyi algılamaya başladı.Mahalleyi çevreleyen yeşilliğin üstüne ,eski koru ,yıkılmış gibi görünüyordu.Çam dallarına doğru eğilen yıldızlardan koruluğun derinliğine ışıltılar dökülüyordu.Emine soluğunu keserek dalların uyul uyul ırgalandığını ,gedavetın hafiften uğuldadığını algıladı.Yaşlı pelitlerle ulu çamların yer yer kapattığı ufukta, görünüp görünüp kaybolan yassı tepeler, kocamış manda gibi soluyup duruyorlardı..
Gecenin büyülü görüntüsü, Emine’yeUtkum’a olan sevgisini azdırdı .Gecenin saat dördü ,evrenin öte ucu kadar uzak görünüyordu .Kendi kendine söylenmeye başladı.Başını soktuğu her kovukta barınamadı,daraldı , kendini bir başka kovuğa attı.Salt ışıyan bir aydınlık görebilmek için….Yıldız Tepesine yanlamasına yaslanmış Didiği Sultan Türbesi ,bakır kaplamalı kubbesiyle karanlığın üstüne bir tas gibi oturuyor,dairevi bir sınır çiziyordu.Emine, bu kez Didiği ile oyalanmaya çalıştı.Çocukluğunda ,dedesinin anlattığı Didiği Sultan rivayetlerinden çok etkilenmiş Yesevi müridinin tanrısal yetisine inanmıştı. Çocukluğu tuttu yine.Dar gününde onun koruyuculuğuna sığınmayı düşledi.Dudakları aralandı,“ Bana yardım et ey ulu bilge” diye yakardı,adak adadı. Anne annesinin on yıl çocuk yapamadığını ,Didiği Sultan Tekkesinde satıldıktan sonra ancak anne olduğunu,bu nedenle doğan çocuğa Satı adının verildiği bilgisini anımsadı.
Ayağa kalktı pencere önüne geldi, karanlığı,karaltıları,gökyüzünü,ufku seyretmek iyisine geliyordu..Gezelediği düş ve düşünceler zamanı dolduruyor onu eğlendiriyordu.Pencere kapı dolaştı durdu.Belinde sokulu iken kurtulup yerlere dökülen şalvarının önünü topladı,ucunu getirip beline soktu.Bohçadan yeni çorap çıkardı, eskisiyle ikinci ayağını değiştirirken.önünü kaplayan böğürtlen karaltılarının sallandığını .algılar gibi oldu ,çorabı bıraktı,cama yapıştı.Dallar yumak yumak ve kıpırtısızdı.Yanılmıştı.Daha üç saat vardı Utkum’un gelmesine.Olduğu yere çöktü.Halı yastığı düzeltti ,dirseğini dayadı,ince yuvarlak bileğini saran gümüş bilezik çıktı ortaya.Onu geriye doğru itip koluna oturttu.Her pencere önüne gelişinde gecenin bir farklı görüntüsü ona güç kuvvet veriyordu.Şimdi de içi ışıltılarla doldu.Cesaret burgacı varlığını silkeledi .Yaşamı silahlanarak karşılamaya hazır olduğunu anladı.”Durup durup kendini suçlamanın,kendini yanlışlar boğuntusuna teslim etmenin, soy batıran durumuna düşmenin,ayıplanmanın mutsuzluk için gereği yoktur.” diye düşündü.Duygusallığın çemberini böylece yırttı..”Umurum değildir, bir gladyatör gibi silahlanıp hazırlandım Utkum”la bir olayım, yeryüzünü yeniden yaratır yeniden kurarım” iddiasında bulundu.”Bir köylü kızının başkaldırışı tsunami gibi etkilidir,hele bir de mayası aşkla yoğrulmuşsa yargılama boşunadır.Kırlı’nın Emine kaçmış derler.Desinler.Gün gelir uçuklayan dudaklar ısırılmaya başlanır.Her şey yeniden yazılır.Zamana güvenilmelidir, zaman çözümün panzehiridir.”
Emine,düşünce girdaplarına battı battı çıktı, yoruldu.Koruluğun hışırtısı ile kendine gelebildi.Bir uyukuşu arka arkaya üç kez öttü.Adam oturuşlu bu kuş, uğursuz sayıldığı için lanetler yağdırdı.ona..Keyfi kaçtı ,oyalı mor çemberinin ucunu dişleri arasına aldı.Hafif küflü sandık kokusunu sinmişti çembere,onu içine çekti.Hoş kokuydu.Bohça asifinik kokarken bu kokunun oluşumuna şaştı. Gözünü tekrar bohçasına dikti.”Bu benim gelinlik çeyizim,anamın hazırladığı üçüncü bohça. İlk ikisi ablalarım için hazırlanmıştı.Bu bohçalar davullu zurnalı gelin arabasına atıldı, ya benim ki?”diye sordu kendi kendine. Emine ,nisan bir başlamıştı tarla tarla çalışmaya. İlk baştan haşhaş çapası,arkasından pancar,pancar çapasından sonra harman,şimdi de pancar sökümü…Yaz güneşi sırtından geçti .Hiç birini yüksünmedi.Beklentisinin gerçekleşeceğini aile büyüklerinin he diyeceğini telli duvaklı gelin olacağını ince duyumlarla sezmiş görünüyordu.İçinde filizlenen bu umut dalga dalga büyüdü,rüyalarına girdi.Ekim ayında hızla gelişen olaylar yanılgısını ortaya çıkardı.Sonucu içine sindiremedi,kararını verdi.”Davullu zurnalı gelin arabasına atılmıştı ablalarımın bohçaları.Benim bohçamı atamayacaklar… Gecesinde kına yakamayacak, gündüzünde dualarla ,ağıtlarla ,sarılarak gelin arabasına bindiremeyecekler “diye aile büyüklerine öfkesini kustu.”Günah benden gitti.Utkum, üzerinize düşürmedik hacı hoca bırakmadı,dünürler öldü öldü dirildi , eşiğiniz aşındı da heee denmedi..Dağlar dereler baş eğdi de bir siz eğilmediniz.Ucunda katillik yok ,kan yok,ırz yok ne olmuş, yaylada avratlar çekişti,köpekler boğuştu da kıyamet mi koptu.Garagasben haksızlık ettiniz bana ,gözlerime bir kerre baksaydınız ya! “Göğsündü,gözleri doldu, içi daraldı.
Bir ay kadar önceydi, haşhaş kırımından dönmüşlerdi.Yemek sofrasını kaldırır kaldırmaz afyon yutmuş gibi derin uykuya dalmışlardı. Emine.Korkunç bir rüyadan kan ter içinde uyandı.Zangır zangır titriyordu.Bir cesaretle oturumuna geldi, öylece kala kaldı,ayağa kalkamadı.Rüyası bir çocukluk anısıyla tıpa tıp örtüşüyordu.İpekler içinde uyurken pencereden yatağı üzerine el ayası büyüklüğünde bir ışık yumağı düşmüş,yumağa dokunduğunda da ışık, ateşe dönüşmüş,her taraf alev alev yanmaya başlayınca çığlık çığlığa uyanıvermişti.On üç yaşlarında, yüzüne tutulan ayna olayı da belleğinde iz bırakan rüya gibi benzer bir olaydı..Hızır adlı komşu çocuğunun bostan tarlasında yaptığı bu şeytanlık ilk kez kadınlık duygularını ayağa kaldırmıştı.O günü unutamadı.
Dışarıyı daha iyi görebilmek umuduyla lambayı söndürdü. Çardak lambası yanıyordu.Etrafı kolaçan etme geçti içinden.Kapıya yaklaştı ,kapıyı açmaya cesaret edemedi.Babasının çardağa yan gelip uzandığını düşündü,doğru düşünmüştü kapıya yaklaşırken boğuntulu bir öksürük sesi babasının çardakta bulunduğunun kanıtlıyordu.Geri döndü.Ne yapacağını bilemeden odanın içinde dönmeye başladı.
Bir gün önce Üç Söğütlerde buluşmuşlar aralarında parolayı kararlaştırmışlardı..Yanıp sönen üç ışık..Saat daha erkendi ama ,yine de cama yansıyan birkaç ışık onu heyecanlandırdı..Saat tiktakları akşamdan buyana top mermisi gibi duvarı dövüyor ama hedefi tutturamıyordu.Dayanamadı,bir şeytanlık geldi akına..”Bohçamı kapıp Utkum’a ben gitsem ya” . Vazgeçti.”Erkeğin yanında yükünü aşağı yığmanın zamanı değil .Elim her zaman onun elinin üstünde kalmalı .Dünyanın bin türlü hali var ,bekle, o gelsin.Ğün gelir kaçtın geldin diye başa kakıç olur, görümcelerin diline düşer el alemi keşe güldürürüm” diye düşündü.Düşüncesini kendi de beğendi.Çemberinin oyasını önüne doğru getirdi,duvara doğru adımladı.Aynanın önünden geçerken durdu ,yüzünü dikkatlice süzdü.Yana döndü,başını kaldırdı,gülümsedi,ciddileşti,dudaklarını araladı,dolgun dudakları ön dişleriyle birlikte mücevher kutusu gibi görünüyordu.Babasının pancar parasında aldığı sallamalı küpeyi düzeltti,ninesinden kalma turkuaz taşlı yüzükle küpeler yan yana gelince birlikte renk uyumu yarattılar.Her iki takıyı kınalı ince parmaklarıyla bir kez daha oynadı .Ayna arkasından uçan bir kelebek yalpalayarak ışığa doğru uçtu.Tam bu sırada Medetlerin iki davar köpeği sokağı öyle bir sardı ki Emine aynaya çarparak pencereye koştu, yüzünü cama yapıştırdı.Yukarı Mahalleden Tömez Nuri ,kaçak odun yüklü iki eşeğini dehleyerek karanlık yan sokağa girdi.Derin bir ohhh çekti Tepkisinin kahırdan mı sevinçten mi olduğunu bilemedi.Gökyüzü biraz daha alçalmış görünüyordu pencereden. Yanıp sönen yıldız aralarından peydahlanan bir bulut kümesi karpuz dilimi görünüşlü Ay’ı gölgeleyerek kuzeye doğru akıp gidiyordu.. Gözlerini kıstı boşluğa uzun uzun baktı..Bu görüntü Utkum’la yaşadığı ama kilitleyip sakladığı bir anıyı tüm coşkusuyla yeniden yaşattı. Bıldır, bostan bozumunda Keklik Pınarında Utkum’la buluşmuş cinselliğini ilk kez yaşamıştı.Utkum’un kerpeten gibi saran kolları arasında eriyip akmış,kasıkları ile beyni arasında kurulan haz tünelinden enginlere doğru uçmuştu.Bu sahneyi adeta yeniden yaşadı.Silkinerek kendine geldiğinde, vücudunu, sevişmenin çılgınlığı ve arzusu ile dolu buldu.
Emine,saat dörde doğru çıldırmış gibiydi.Saatin yelkovanı dörtnala koşuyordu..Kalp atışlarını duyuyor,göğsü inip kalkıyordu.Kendini kontrol etmeye çalıştı.Eylemi kaygının tuzağına düşmeden başarmalıyım diye düşündü.İki sülale arasında var olan soğukluk, kavgaya dönüşürse ben bu yükün altından kalkamam yargısı onu telaşlandırdı. Kararsızlık duygusunu bastırarak bir bohçasının başına ,bir pencereye koştu.Utkum ,bahçe duvarı ile koca cevizin gövdesi arasındaki karanlık bölgede dikiliyordu.Cep feneri üç kez yanıp söndü.Emine ,ışık huzmesinin pencere camındaki aydınlığına tutundu.Bohça ve torbasını kapıp kapıya koştu, kapıyı kıynaştırdı,babasını sedire yaslanmış uyuklar durumda gördü.Geri çekildi, kapıyı usulca kapattı.Kanının çekildiğini, beyninin donduğunu hissetti.Ne yapacaktı, nasıl ,nerden çıkacaktı.Pencereden Utkum’u aradı,onu avlu kapısında bekler gördü.Çabuk olmasını işaretlerle anlatmaya çalışıyordu. Çardak yoluyla avluya inmenin olanağı yoktu,babası şıp diye uyanırdı.Duraksamadan pencere kanatlarını açtı,bohça ve yiyecek torbasını tek tek ön damına attı.Sonra kendini dışarı alarak güüürp diye atladı ön damına.Utkum,Emine’nin eylemini korku ile, şaşkınlıkla izliyordu.
Köyün öte ucundan kesik kesik uluyan bir köpek. nazlanarak esen gedavet Emine’yi durdurmadı.
Emine ön damın çelenine geldi,hayalet gibi dikildi,Utkum geri çekilmesi için çırpınıyordu. Utkum’un dudaklarında eriterek haykırdığı sözcükleri duymadı,el kol hareketlerini algılamadı,çelenden uzaklaşmadı.Önce yol emanetlerini aşağı fırlattı. Utkum’u yıldızlara doğru uzanır gördü. Çardaktan ayaklarına düşen bir ışıkla hareketlendi. Işınlanmıştı.İnce vücudunu saran yünbasma şalvarı,göğüslerini sıkan carse entarisi hayali telli duvakla uyumlandı Nur topuna dönüşmüş vücudunu kırlangıç süzülüşüyle boşluğa bıraktı.Kollarını açmış yıldızlar arasına karışırken Utkum’la kucaklaşmaya uçuyordu.
Ceviz ve servi ağaçlarının kuytusuna konumlanmış iki katlı ev, Konaklı’da Kırlıların evidir..Evin sessizliği, dört kasım gecesi, saat tam dörtte, tam ortasından kanadı. Koşuşmalar,ağıtlar, azgın sel gibi duvara,toprağa,gökyüzüne,yıldızlara ,karanlığa vura vura yankılandı.Sarı yapraklarla örtülü toprağın kabartısında genç bir kız yatıyordu.Gittikçe İncelen sesi, solan nefesi ,başında ağlayan Utkum’u gözyaşlarına boğuyordu.