ÖYKÜ
HANAYİ KAHVE’DE KİMLER VAR
Dündar AYDOĞDU
Yeşil Hüseyin, günün ucuyla ayaklandı,”erken çıkmalıyım sokağa, taka tuka bir saatte anca çıkarım yokuşu,” diye söylendi.Özürlü sağ bacağının ileri aldı,pantolonunu ileri geri ittirerek bacaklarına geçirdi.”Kız Derinkuyu koltuk deyneklerimi çabuk vir” diye de karısına seslendi.Derinkuyu, “vaaa zabahın köründe n’oldun be herif ! “Yeşil sert sert baktı ona,ağzını açmadı.
Ön damına geçti,iki basamaklı taş merdiveni karısından yardım almadan indi. Sokak , Yıldız Tepeden kurtulan güneşin ilk ışınlarıyla pırıl pırıldı.Hafiften esen kara yel çiçek bozuğu yüzünü tırmalayarak yaladı .Erken erken onu sokakta gören pancar sökücüleri meraktan olacak, ona bakıp gülümsediler. Elverişsiz zemin yapısı nedeniyle kepirli hale gelen yoldan güvenle yürümek olanaksızdı. Adımlarını atacağı yeri önceden koltuk değneği ile yokladı,sonra adımını attı. Haneyi Kahve’nin bacası görünüyordu çelenin ucundan.
Mededin Selam, sabah namazına kalktı,akşamdan kalan ılık ırbık suyunda abdestlendi, ceviz kabuğundan boyanmış kızıl yün kuşağına sarındı,özenle giyindi.Ezan sesi kesildiğinde o caminin giriş kapısındaydı.
Cami çıkışı Haneyi Kahvenin önünden geçti,kapısı açık değildi,canı sıkıldı homurdanarak geri döndü.Uzun boyu üzerine yıkılan başını öne aldı yokuşa sardı.
Kara yelden savrulan çürük saman karartısı önünü kesti.
Tötül ,havaların soğumasından yakınıp duruyordu.Bu ırzı kırık ağrılar azdıkça azdı diye. Sövüp saydığı da oluyordu. Sakinleşince de “Ah !..Kafa kağıdının eskiliği ah !…”diye inleyerek boyun eğiyordu çaresizliğe…Rahat uyuduğu olmuyordu.
Bu gece yine uyuyamadı.Kalktı,doktor Adem’in verdiği merhemden bol bol sürdü;dizlerine ,diz altlarına ,ayak bileklerine…. Ağrısı dinmedi. Oğlu Dikkulak’ı çağırdı, ağrıyan her yerini oğdurdu, Dikkulak oğdukca oooh !...çekti.Çekmesine çekti ama fayda etmedi, sokrana sokrana ağrılarıyla yatağa girdi. yorganı başına çekti.
Güneşin ilk ışıkları pencereden içeri sızdığında gözleri hala açık, uykunun kapısını çalmasını bekliyordu.
Büyük oğlu Mehmet kapısını larkadan açtı.Yatağın içinde debelenip duran babası Tötül ,yikten, ” Gave açıldı mı len ? “ diye sordu.Yüzü turşu gibiydi. Kipirdedip durduğu gözünden uyuyamadığını anladı oğlu;söyleyeceğini unuttu,azarından kurtulmak için kapıyı gıynaşık bırakıp toz oldu.
Az sonra çamparalı araba kırbaç sesiyle birlikte gürültüyle sokağa indi.
Arkasından bastı küfürü babası. “ Ulan teres Yumru Tepe seni de yiyecek, bok mu var günün ucuyla kaçtın, cehenneme kadar yolun var…”
Belini alıp zorlukla doğruldu.Kürt çalısından ütülenip doğrultulmuş çötesine uzandı.Oğluna öfkesi geçmemişti.Ikına ıkına ,küfürlerini sürdürerek Haneyi Kahvenin önüne geldi.
Merdıven başında dikilen ocakcı Yanıroğlu’nu gördü. “Yapış elimden len deyyus , görüyon ya galdım kütük gibi.”Yanıroğlu elini verdi,merdiven başındakiler ona yol verdiler.Oflaya puflaya merdiveni tırmandı.İçeri girer girmez de yanan sobayı kucakladı,durdukça yüzüne kan geldi,kızardı.
Ona yol veren Çikin Çavuş,Hocanın Salim,Tat Rifat ,söz kesmişlerdi,saat sekizde Hacıveller’in Odanın önünde buluşmaya.Odanın önüne önce Tat Rifat geldi,baktı kimsecikler yok,ağaç kütüğün üzerine oturup bir sigara yaktı.Hocaların Salim pencereye yamanarak onu izliyordu.Hemen çıktı,kapıdan komşusuna seslendi ,”Haydi Çikin !…“
İki kanatlı koca kapıdan çıkan Sadıç Hasan gurbetçi kızı Hanife’yi yolcu ediyordu.Bir elinde bavul bir elinde kız torunu ,pek mahzun görünüyorlardı.Torun, hiçbir şeyden habersiz barem şekeri gibi tadıyla,ipek gibi uçuyordu zıplayarak.Kapının önünden zorla ayrıldılar,sanki, güçlü bir yapıştırıcı yüreklerinden ve beyinlerinden toprağa çivilemişti onları.
Beş dakika oldu olmadı Rifat,Salim ve Çikin buluştular. Büyük Cami önüne gelince üçü birden Hatıllı Havuzunun demirlerine yaslandılar.Güneşin ilk ışıklarında suları dalgalandıran balıklar yarışıyorlardı sürüler halinde. Bir uçtan bir uca varınca içlerinden bazıları ikinci havuza atladı.Atlayanlar gümüş tanesi gibi parlayarak suyun dibine inip kayboldular.
Kara yel şiddetlenmiş yüz kesiyordu.Çikin çavuş “haydi üşüdüm uşak.” Salim ona uydu, birlikte ayrıldılar.Baktılar ,Rifat, Kılıboz’un köşeyi dönüyordu,hızlandılar.Dübek Kız Sokağının başında ona yetiştiler.Kör Vehbinin avlusundaki kamış örtmede ekmek yapan kadınların gülüşmeleri geliyordu onlara.Oklava seslerine karışan cilveli tınının etkileşimine aldırmadılar,ama,Çikin, görüntüyü hemen yorumladı.”Yirmi yıl önce olsaydı ekmek kokusu buraları sarardı.Tohumu bozdular,tarlaları çürüttüler ,yediğimiz içtiğimiz zehir.Köyün yarısı kanserli.Bu yıl ona yakın kadın bu derdin kurbanı oldu.” Ağzımızı açtırma,derdimizi deştirme “diyen Rifat koluna girdi Çikin’in .Kahve önüne geldiklerinde Tötül oradaydı.Ala Irza ile Gavur Ali’yi gördüler hemen girişte.Gavur Ali,yana döndürdüğü yamalı kasketine , bu gün bir de mendil bağlamıştı.
İçerde boş iki masa vardı.duvar dibinde olana oturdular.Çikin Çavuş masalara göz gezdirdi. “Kahve efradı eksiksiz tam sayılır”dedi.Yeleğinin cebinden tütün tabakasını çıkardı. Tat Rifat, Çikin Çavuşun kulağına eğilerek ocağa yakın kalabalık masayı işaret etti. “Papara Mustafa da var len”diye fısıldadı.Çikin başını salladı.”Cok gözell. Şenlik var böyün”oturduğu yerden bağırdı: “Hoş geldin sefa geldin koçum ,sorup duruyorduk nerde kaldı Konyalı Mustafa diye!...”Gözünü kırptı,diş etlerini emdi. O sırada Uzunallerin Serin Osman girdi kapıdan.Gülüştüler Çikinle Rifat,tam zamanında geldi diye.Osman önce kalabalığa doğru ilerledi,”Baa Papara’da gelmiş”dedi, ellerini sıktı.Papara ,”hoş bulduk Osman Emmi,iyi bulduk, seninkiler orada” diye köşe masayı gösterdi. Tamam koçum dedi,kasalak kasalak geçti, üçlünün yanına oturdu.
Yeşil Hüseyin ,Mümin ve Zeynel’le bir masada oturuyordu.Elini kaldırdı.Yanıroğlu’dan hemen yanıtını aldı,çaylar önlerine kondu.. Yeşil, ağız ağıza verdi masa arkadaşları ile konuşmasını sürdürdü.Konu, Mümin’in Şevket ve Haydar’ın Osman’la birlikte yürüttükleri hayvan alım satımları ile ilgili izlenimlerdi.Mümin “Cambazlık meşakkatli meslek,zevkli meslek “diyordu tekrar tekrar…Yıllar olmuş bırakalı ,hala tatlandıra tatlandıra anlatıyordu anılarını.Onların sohbetine keletelik yapan Çikin oldu.Sohbet durdu,bir çay daha kondu masaya.
Çikin Çavuş,Yeşil Hüseyin,Ziynel bir çekirdek üçüzü sanılırdı.Çiçek bozuğu yüzleri, akıtmalı çilleri ,yırtılıp sonradan dikilmiş izlenimi veren kanlı gözleri ve mısır koçanı suratlarıyla tıs demiş biribirinin burnundan düşmüşlerdi. Çikin Çavuş, köyde okur yazar olmadığı dönemden kalma hem alim hem arif bilgiç biriydi.Yeşil, genç yaşında kaybettiği sol bacağından ötürü çalışamıyor, enerjisini ve gücünü dil ustalığına yüklüyor bir muhabbet devi oluyordu. Ziynel ise pireyi deve, biri bin yapan alaylı bir palavracı ve iyi bir pazarlayıcıdır.Yeşil gibi yarenliğinin üstüne yoktur.
Çikin Çavuş ,”biz bir dalda üç ayvayız.Kokumuzda tadımızda aynı.Hangi dalda oynadığımızı,hangi kümede avladığımızı kimse bilemez.Dünyaya akılımızla bakarız , ota boka kulak asmayız”,diye tanımladı kendilerini.Her zaman söylediği gibi ağzından çıkanları can kulağı ile dinleyen Yeşil ile Ziynel başıyla onayladılar Çikin’in kanısını.Ziynel bir çift söz için ağzını açtı:”Bu köy bizsiz olmaz,köyün güzelliği de biziz,bereketi biziz.Biz olmasak köyün yüzüne bakılmaz,yokluktan,kıtlıktan kurtulamaz. Yeşil Hüseyin “Vallahi doğru söylüyor bizim oğlan ,”diye heyecanla destekledi Ziynel’i.
Saat ona doğru kahve oyun düzeni almaya başladı.Ayakta gezinen Kel İsmail ile Kamil Kılıç yer beğenmeye çalışıyorlardı.Onların dışında dip masada Kadir Öğretmen vardı .İki tüysüz gençle temiz temiz oturuyordu.Gençler belki de ilk kez geliyorlardı Vehbi’nin Hasan’ın Haneyi Kahvesine.Biraz ürkmüş vaziyette etrafa göz atarak Kadir Hocayı dinliyorlardı.
Kadir Hoca sakin sakin ,inançla,tek tek konuşuyordu. “Haneyi Kahve yeni açıldı işletmeye.Beş yıl içinde samanlıktan bozma iki kahve daha açılmıştı, ama ,yılın yarısı dolmadan kapılarına kilit vurdular. Köyde kimse odasındaki minderden kalkıp iskemleye oturmak istemedi.Bu kısa dönemde oda geleneğinin kemikleşmiş kurallarını bir türlü esnetemediler.Ama zaman denilen ejderha , acımasız darbesini bu geleneğimize de vurdu. Bıldır Haneyi Kahve açıldı, gittikçe büyüdü,görüyorsunuz burası kalabalıklaştıkça odaların ışıkları da bir bir söndü.”
Biçimli eliyle saçlarını oynadı,gözlerini düşen saç demetini kulağının arkasına attı,çatık kara kaşlarını gözlerine indirdi;yüzüne, dudaklarına, hoş bir hava geldi.
“İşte böyle...Görüyorsunuz , yeniliklere, kurulu düzen direnç veremiyor.”Ses tonunu düşürmesinden heyecanlandığı belli oluyordu,sesi titredi,duraksadı.Gençlerden uzun saçlı olanı, hocasından etkilendi ,oda hüzünlendi, gözlerini kaçırdı.Sonra diğeriyle göz göze geldi,birlikte gülümsemeye çalıştılar.Kadir Hoca ,sözün ucunu kertmeden sürdürdü“Odalar,köylerin “ocak başıydı”.Bu küçük topluluğun kalbi,beyniydi; köyün hayat damarı burada atardı.Toplamsal değerlerimizin öğrenildiği,paylaşıldığı, birlikte güldüğümüz, birlikte ağladığımız, gönlümüzce göre ,yücelttiğimiz ,kutsadığımız değerler buralarda üretilirdi.El birliğinin,dayanışmamızın, moral üstünlüğümüzün kaynağı,dayanağı bu odalardı.Duvarlar yıkıldıkça köye ait bir çok şeyin giderek tükendiğini,yoksullaştığımızı hissediyorum.
“Bayramlarda ergen gezdikten sonra odalara el öpmeye giderdik.Otuz civarındaki odalarda büyüklerimizden gördüğümüz sevgiyi unutamıyorum.Şallakken şekerle savılırdık ,yedi sekizlerinde şerbete terfi ettik,bıyıklarımız karardığında da bizi yarenliğe oturttular.Tartıştık,gülüştük. Bu çocukluk anılarını boynumdaki altın zincir olarak taşıyorum.” Bu sözler kod pantolonunun kemerini iki de bir yukarı doğru çeken, yeşile çalan gözlerini kalın kirpikleriyle kapatan tombak yüzlü gence aitti.Kadir Hoca ,”ölümün intikamını siz başarılarınızla almalısınız.Anılarınızı yüreğinizden alıp beyninize havale ederseniz rahatlarsınız belki. Bilincin emanete ihaneti görülmemiştir.Yapacağınız bu….O günlerden şu gördüğünüz pırıltılı enkazlar kaldı.”İşaret ettikleri oda muhabbetinin aktörleri olan şimdilerde de masa oyunlarına kapaklanmış ,Haneyi Kahvenin müdavimi yaşlılardı.”Bunlar aslında halk kültürünün diplomasız kuramcılarıdır,olanak olsa da bu antikaları kolonlayıp öteki yüzyıllara hediye edebilsek…Şimdilerde sönüp yanan bu ışıltılarla vaktimizi geçiriyoruz.Her şeyin naylonlaştığının onlarda farkında…Dikkatle bakarsanız onların yüzüne ,büyülenmiş ikonlar olduğunu göreceksiniz.Yüzyıllar sanki bunların yüzünde satır satır okunuyor.Hikaye olurlarsa bir gün, yani kaybedersek onları, varlığımızın zemini tümüyle çölleşecek,kendi kendimize yabancılaşacağız.Korkuyorum geleceğimizden . Nasıl yol aldığımızı siz göreceksiniz,inşallah çatı çökmez,yıkım olmaz.”
Bu sırada tavla tahtasında şakırtı başlamıştı.İskemlesini çeken tavla masasının başına üşüştü.Papara Mustafa,herkesten önce tezgahı kucaklamış avını bekliyordu.Göbeğini ittirerek haydi meydana der gibiydi.Çikin çavuş iskemlesini çekmek üzereydi ki.İllez’in İsmail, “sen dur hele önce ben hesaplaşacam boyunun ölçüsünü alıvereyim keratanın.” İri gövdesi masanın önünü tümüyle kapattı. Tavla zarını parmakları arasına aldı, bilye gibi onlarla oynaştı ,avucunun ortasında yoğurdu zarları baş parmağını kaldırarak fırlattı,zarlar yuvarlandı,efsunlanmış gibi sırt sırta gelerek durdular. Sebai dü. Arkasından dört caar, şeşi se. arka arkaya olumsuz zarlar.…Şans İsmail’e gülmedi,üç oyundan sonra terlemeye başladı.Kritik sayı için oyun başladı.Oyun İsmail lehine gelişiyordu..Papara altı kapıya girdi.İsmail’in maharetli parmakları işliyor pullar asker disiplini içinde diziliyorlardı.Terleme sırası paparaya gelmişti.Tavla tahtasında buluşan bakışlarda güller açmış gibiydi.İsmail gerinerek zarı fırlattı.Yüzü sapsarı kesildi.Zar, altı kapıyı açtırıyordu.Papara yeniden hamle yaptı, oyunu beşe üç kazandı.
Çikin Çavuş alıcı kuşu gibi bekliyordu,hop dedi İsmail’in yerine kondu.Çikin’in tavla taktiği, açık oynamaya dayanıyordu.Kendine özgü bu taktiğin başarılı olması, olağanüstü bir şans olasılığına bağlıydı.Aksi halde durum felaketti. Oyun başladı, karşılıklı birer mars yaptılar.Oyunun şamatasına imrenen iskambil seyircileri de tavla masasının etrafına doluştular.Ayakta olanlardan paparaya iyi destek geldi.Şans bu ya… Çikin’e gülmedi,tek sayı alabildi,o da yenildi.Çikin olduğu yere çakıldı kaldı.Gavur Ali’ye gün doğmuştu. Çikin’i zayıf anında yakaladı ,belinden çıkardığı mendil tomarıyla burnunu sildi.”Ülen Papara gözüyün yağını yiyim len,sümeye gelmemişsin taa Gonya’dan , kırıp geçirdin herifleri.“Kasketini eline aldı,kahkahayı koyuverdi.
Çikin taraftarları kös kös yerilerine oturdular.
Serin Osman olayı uzaktan izliyordu.Dayanamadı ,köşesinden kükredi, “Virin len şu Konyalı Mustafa’nın sinini bana da , ossurdayım keratayı.Elaleme ürüsva oldunuz gabbecikler.”
Papara ağzını açtı,altın dişleri göründü. ”Çayırda elini tutan yok Osman emmi, ama, gel bana çatma bu gün, günündeyim, babam olsan da acımam valla!..“İş iyice kızışmıştı.Tekmil kahve yeniden ayaklandı. Yarış başladığında nefesler kesildi.Bir eşek arısı vınlayıp cama vurdu kendini .”Hayıra alamet değil” dedi,kanadından tutup dışarı attı arıyı Kel İsmail.
İlk zarı Konya’lı Mustafa attı. Serin Osman, kendini tavlanın profesörü olarak tanıtırdı.Zarları üst üste çiftleştirdi,sağ bileğini oynağından yılan başı gibi dikleştirdi,fırlattı.Zarlar havada rakkasiye gibi döndükten sonra tahtaya oturdular. İlk üç sayıyı rahat aldı.”Uzunallerin Serin Osman tavla oynarken camız gibi tokuşur,adam bir kerre muafız alayında askerlik yapmış“diyenYeşil Hüseyin ,koltuk değnekleriyle tempo tuttu.İnce uzun boynunu ileriye uzattı.Papara,”baaa!.. çekirge gibi içine düşeceksin,çek şu kelleni yahu ! “diye uyardı onu. Yeşil geri kalmadı ondan.” İşin bitti Konyalı,göbeğini büyüteceğine oyununu büyüt yavrum !“ diye kestirip attı.Serin Osman yorgun Papara’yı fare ile oynar gibi oynadı.Papara,iki çifte atıp bir sayı alabilmeye koşullanmıştı.Ancak bir çifte atabildi.Sonunda bayrağı çekti.”Sen sen ol,benimle elleşme koçum”.dedi ,Serin Osman Papara’ya.Efendi adamdı Papara, yanıt vermedi.
Tötül’ün masasında altmış altı da bitmek üzereydi.Tötül, ucu pamuklanmış kirli iskambil kağıtlarını kardı,küt parmaklarını tükürükle ıslatarak üçer üçer dağıttı.Kupanın dokuzu koz olarak yattı.Tavladan sonra bazı seyirciler iskemlelerini onların başına çekmişti.Tötül , boğumlar içinde kaybolmuş sol gözünü haince kırptı.Elinde kırk vardı,onu hissettirmek istmiyordu.Her kağıt çekişinde parmağını dilledi.Ecelin Veli, rakibi Tötül’ün yüzüne baktı,dudaklarını hafif kıpırdatıp sayıları saydı.Kapatmak geçiyordu içinden.Tötül kırkı söyleyememenin baskısı altındaydı.Önüne baktı hiç renk vermedi.Aldığı sayıların toplamı yirmi sekizdi.Veli, dokuzluyu çevirip oyunu kapattı. İki sayı daha aldı oyunu bitirdi.Tötül’ün yorgun gözleri iyice kayboldu çukurunda. Kösük boynunda eğreti duran
başı göğsüne düştü.Alnında boncuk boncuk biriken terleri kolunun yeniyle sildi.Rakibine döndü ,“ hadi Cingan alacağın olsun” diyebildi dudağının ucuyla.Çakmağını çaktı sigarasını yaktı. Aga başında dikiliyordu ,kuşağının arasına sıkıştırdığı cüzdanına el attı.
Vakit geldi,orta camide ezan okunmaya başladı.Suvattan kaldırılan davar sürüsünün ucu musalladan göründü.Keçiler pıtır pıtır evlere dağılırken koyunlar başlarını öndekinin bacak arasına geçirerek uzun sıralar oluşturdular.Ağır koyun kokusu Güneş’in boşalttığı sarı sıcağa karıştı.Köy, beleğe sarılmış tombul bebek gibi öğle uykusuna dalmak üzereydi.
Namaza gidenlere göğer sulama sırası gelenler de katıldı,kahve yarı yarıya boşaldı.Masalardaki Oyun kağıtları kaldırıldı,tavla kapatıldı.Çikin Çavuş,Serin Osman,Tat Rifat,Çil Irza bir masada,Tötül,Mededin Selam,Mümin ve Papara bir masada,oyun sonrası gevşekliğinin keyfini çıkarıyorlardı.Alışılmadık bir sessizlik oluştu.Sessizliği bozan Serin Osman oldu.”Ne var ne yok Konya’da koçum? Bizimkilerden haber alamıyoruz.?”Şapkasını çıkarıp dizine koydu.Gömleğinin yaka düğmesini açtı,güreşçiliğinden kalma kalın omuz başları göründü. Konyalı Mustafa da,sicil defterinden okur gibi usturuplu bir üslupla hepsinin durumunu teker teker aktardı.Gök Yusuf’n tarikata girmesi,, oğlunun belediyede önemli bir göreve getirilmesi ilgilerini çekti tümünün,arka arkaya ilintili soruları geldi.Papara:”Ben tarikat filan bilmem ,Allah’ın bir kitabı var onu okur onu bilirim.”Hasbihal konusu sarmadı Çikin Çavuş’u.Başını gündelik uğraşlara kaydırdı. Şavaltı’daki tarlaya pıtıraktan girilemediğini,Abaz’da pancar’ın suya geldiğini,gelin olacak kızı için Ilgın’a esvap kesmeye gidileceğini düşündü.”Çikin nerdesin len “diyen Serin Osman’ın dürtmesiyle silkinerek toparlandı. “Uşakların ikisini de okuttuk da bok yedik,iş güç ortada kaldı”deyiverdi.Herkes şaşırdı bu da neyin nesi diye .”Boş verin ne diyordunuz”yahu devam edin diye durumu düzeltmeye çalıştı .
Vakti gelmişti, haydin yallah diye yikindiler kalkmak için,Ayaklandıklarında oldukları yerde donup kaldılar.Dışarda öyle bir bir ülülüm koptu ki bağlık çığlık ortalıkta çalkalandı.Koşuşturanlardan olup biteni öğrenemediler.Üç traktör genç salkım saçak sokakları yırtarak dağa doğru yollandıl,toz bulutu arkalarını örttüğü için kim olduklarını tanıyamadılar.Muhtar Mıtırıi bir telaşla yolda göründü ,çelen başında dikilen kahveçi grubuna döndü “;Kirazlı Yayla’da kıyamet kopmuş,Barakmuslu’nun sürüsü sınırı geçtiğinden bizim çobanlarla silehli bıçaklı kavgaya tutuşmuşlar,yaralananlar varmış”dediği anlaşıldı.Muhtarın dili dolaştı son dediklerini kimse anlayamadı.Muhtar kalabalın arasına girdi: “Tızığın ülen Kirazlı’yı aşıp Ahmet Öldüğüne gelmiş deyyuslar,götümüze girecekler.Şapka eğmenin de bir bedeli var delikanlılar, tızığın dağa , tızığııın üleeen !...”
Muhtarın çağrısına ilk yanıt kahveden geldi. Yanıroğlu ocağı kapatıp yel gibi merdivenlerden indi.Bir eli yan belindeki barabilyon tabancasındaydı.
Tötül olan biteni oturduğu yerden anlamaya çalışmış,sürü çobanı olan küçük oğlunun telaşı almıştı onu.Etrafına bakındı,kimse yoktu .Derin bir off çekti.Başı mı dönüyor yoksa deprem mi oluyor anlayamadı,gözlerinin akı karasına karıştı.Kendisini tutamadı, yana doğru kaydı bir cayırtıyla kahvenin ortasına düştü,yığıldı kaldı.
Başına koşuşanlar yüzüne su serptiler.Elini ,yüzünü,göğsünü ovalayanlar oldu.Tötül Emmi ! bağırtıları kahve çevresinde yankılandı.Soğuk suyun etkisiyle gözlerini saçan Tötül,etrafını aval aval süzdü,iki gözünden akan yaş,yüzünün kırışıklıklarına doldu, sakalına karıştı; kurumuş dudakları kımıldadı.Herkes soluğunu kesmişti, “Gökyüzünden kan yağıyor üleeen !...”dediğini buyabildiler.